27 Eylül 2010 Pazartesi

Gedong Songo ya da diğer adıyla Dokuz Tapınak...

Bu aralar hep gecikmeli olarak yazıyorum ama sanırım kendi evimize taşınana kadar bu böyle devam edecek çünkü tek bir internet kablosu var ve eşimin işi öncelikli...
Neyse dönelim cumaya... Esti ve onun bir arkadaşı ile birlikte Ungaran dağına ve orda bulunan Gedong Songo'ya, nam-ı diğer Dokuz Tapınağa gittik. Taksi ile gitmeye ve tutarı eşit bölmeye karar verdik. Ungaran taksi ile yaklaşık 45dakka mesafede ve biz bu mesafe için toplam 150.000Rp ödedik yani kişi başı 50.000Rp (7-8lira gibi bişey).
Bu dağı aslında Semarang'ın içinden de görebilirsiniz. Şehir çoğunlukla düzlük olunca uzakta olan dağ bile rahatlıkla seçiliyor ve onun sisli başı oldukça güzel bir görüntü sergiliyor...

Giriş için kişi başı 25.000Rp ödedik. Endonezyalılar içinse bedava. Ve işte geniş bir araziye, hindu tapınaklarında hep görülen o kapıdan geçerek girdik.










İlk olarak biraz bilgi vereyim bu yer ile ilgili. Sizi bilgilendirmek için internette araştırma bile yaptım (hizmette sınır yok :).
Gedong Songo Java dilinde dokuz yapıt anlamına geliyor ama bence Türkçe karşılığı Dokuz Tapınak olarak daha uygun. Nedenine gelince, bu dokuz yapıtların hepsi bu dağ boyunca yükselen küçük tapınaklar da ondan. En aşağıdan itibaren numaralı olarak sıralanıyorlar. Tabii ben bu yürüyüşe hazırlıksız yakalandım ama olsun ülkede sonunda yürünecek bir yer buldum yaaa şükür diyorum ;)


Evet dönelim konumuza. Dağın yüksekliği 1293m. Bu hindu tapınakların inşaa tarihi tam kesin olmamakla birlikte M.S 700lü yıllara dayanıyor. Yani oldukça eski hepside.







3. kademede bulunan ve en iyi durumda olan yer, aslında 3 tapınaktan oluşuyor ve ortadaki tapınak tanrıları Shiva'ya adanmış.




































Tarihi olarak söyleyebileceklerim bu kadar ama bu tapınaklar dışında bu dağın başka önemli bir yönü daha var, o da kükürt.  

Dağın bir yerinde boşluklardan kükürt gazı çıkıyor. Garip, yoğun ve kötü bir kokuya sahip. Boşlukların içinde suyun fokurdamasını seyretmek de ayrıca ilginç geldi. Derenin aktığı yerde ise kile benzer bir madde vardı. Suyun sıcaklığına gelince, elbette fokurdayan yere elimi atmadım ama dere bile normalde buz gibi akarken, burda sıcağa yakın bir ılıklıktaydı. Hemen yan tarafta üstü açık bir havuz yapmışlar ve isteyen cüzi bir ücret karşılığında (sanırım 5.000Rp) bu havuza girip termal sudan faydalanabilir. Açıkçası çok bakımsız görünüyordu ve "sağlık için sağlığından olma" mantığı ile girmek istemedim.

Ayrıca bu dağın başka bir özelliği de volkan olması ve bu nedenle de oldukça verimli olması. Etrafta farklı farklı sebzeler ekilmiş. Bu yüzden siz turistik gezinizi tamamlarken yaşlı bir teyzenin sırtında sebze veya ağaç dalları, ya da herhangi başka bir şey taşırken görmek sıradan bir olay.

Güzel ve rahatlatıcı bir yer, değil mi?
Gezdik gördük, sıra geldi dönüşe... Ülkede maalesef bizim kadar sistematikleşmiş bir ulaşım yok. Örneğin şehirdeki 4 büyük alışveriş merkezinden sadece birisinde taksi durağı var. Taksi durağı diye bir şey yok yoksa ülkede. Taksi firması var ve call centerden iki saat sana bir taksi bulup bulamicanı düşünüyorsun. Haliyle şehirden çok uzak (hatta başka bir şehirde), tam anlamıyla dağın başındayken bir araç bulmak mucizeden ibaret. Esti'nin bir fikri var...ve...hımmm. normal koşullarda (yağmurun kara bulutları olmadığı ve yabancısı olmadığım bir ülkede olsaydım) asla yapmam dicem bir şey teklif etti. 3 adam kiraladık (katil değil merak etmeyin) ve motosiklet ile en azından bir otobüs, dolmuş, taksi ya da ne bilem uçan kuş olan bir yere bizi bırakması için 10.000'ar Rp ödedik. İçimdeki maceracıya başlicam şimdi derken atladık herbirimiz bir motosikletçinin arkasına  (ve sağolsunlar benim yavaş git komutlarıma uyarak) sağ salim bizi şehre bıraktılar, ya da şehre benzeyen bir yere.
Ordan tekrar oldukça külüstür ve dolu bir dolmuş-otobüse bindik ve vardık Ambarawa adlı bir ilçe-kasaba ya da öyle bişeye:)                                     
Ama bu otobüs macerası da ap ayrı! Genç okul delikanlıları bize yer vermek için kalktı ama ayakta duracak bir yer olmadığı için vücutları tamamen dışarı sarkarak yolculuk etti. Bu görüntü internette dolaşan Hindistan tren seferi fotolarına benzemiyor mu?
Acıktık, haydi bu küçük yerde yicek bişeyler bulalım dedik ama şahsen ben bişey bulamadım ve aç kaldım. Esti, arkadaşı ve otobüs yolculuğu esnasında bizimle konuşan kızlar hep birlikte bir yere oturduk.


Yine Esti'nin tabağına dadanıp ne yediğine baktım ve tattım. İki farklı yemek aldı aynı tabakta: Bakso ve Mie Ayam.Fonda ise yine sulu noodle...
Bakso dana etinden yapılma kocaman yuvarlak bir köfte ama nedense rengi oldukça açık, nerdeyse beyaz ve tadı...kötü...yani...bana göre...
Mie Ayam ise didiklenmiş ve baharatlanmış haşlanmış tavuk... sanırım bu kısım yenilebilir idi. Ama bu yerde yemek yemek, benim hastalıklı midemi mahveder diye sadece seyretmekle yetindim...
 
Dönüş ise şehirler arası inanılmaz külüstür ve içinde sigara içilebilen (Allah'tan sadece bir adam içti) bir otobüstü. Fiyatlar yine çok ucuz, tam hatırlamıyorum ama galiba 15.000 falan verdik. Sonra Semarang girişinde 1950 Türkiye otogarlarına benzer bir yerde indik ve yeniden otele varmak için taksiye bindik. Uzun ve yorucu bir gün oldu benim için. Yağmura yakalandık, yürüdük derken, donmuş ve aç olarak otele vardım.

Eşimle hafta sonu karşılaştığımız güzel bir görüntü ile veda edeyim şimdilik. Fotoğrafı biz çektik ama ben fondaki gereksiz ayrıntıları sildim çünkü kadının güler yüzü ve kullandığı şemsiye yeteri kadar manidardı...
Bol güneşli günler!!!



23 Eylül 2010 Perşembe

Selamat Malam!!

Eccik bilgiçlik taslayarak başlayayım dedim. ;)
Sondan başlamak gerekirse bu akşam ilk bahasa dersini aldık eşimle ve onun bir iş arkadaşıyla birlikte. Dersi eşimin çalıştığı yerde aldık. Kursun ücreti, iki kişi iki saat toplam 125.000Rp.
Tabii bugün biraz temel konularda idik, alfabe ve harflerin okunuşu ile bir kaç kelime. Örneğin size iyi akşamlar diyerek başladım;)
Anladığım kadarıyla okunuşta Türkçe'ye benzer çok şey var ama henüz cümle yapısını kavramadım. Neyse ki eğlenceli bir hocamız var da iki saat çabucak geçiyor. Haftada iki gün dersimiz olacak. Hadi bakalım rast gele diyelim ve günün önemli bir kısmına gelelim. Henüz Endonezya'ya gitmeden internetten tanıştığım ve fransızca bölümünde öğrenci olan kızla yüz yüze görüştük bugün.

Tanıştırayım, Esti:

Bu seferlik çok vaktim olmadığı için Paragon'da buluştuk. Paragon'daki yemek bölümüne değinmem gerek önce. Hani bizde de alışveriş merkezlerinin son katında yemek bölümü vardır ya, ee burda da var. Bizimkilerden farkı ise; bu alana ancak bir kontuardan girmenize izin var ve o konturda sizin elinize şu kartı veriyorlar:


Yemek yemek istediğiniz lokanta standına yönelip para vermek yerine bu kartı veriyorsunuz ve onlar tutarı bu karta yüklüyorlar. Yedikten sonra, çıkarken, mağazalarda olduğu gibi kasa var ve sıraya girip bu kartı teslim ediyorsun. Kartta görünen miktarı ödüyorsun. Garip ve bana sorarsanız gereksiz bir uygulama. Boşuna sıra bekliyorsunuz, oysa yemek seçtiğiniz yerde ödemek daha kolay değil mi?




Bu arada hazır yanımda bir Endonezyalı varken, onun aldığından bir tadayım bakayım dedim. Tampei ya da ismi bunun gibi bişey olan içinde soya taneleri içeren kızartma hamuru aldı.
Bu hamurları alıp acı bir soya sosuna batırıp yiyorsunuz. Denedim ve hımmm pek de tavsiye etmem ama yicek bir şey yoksa kötünün az buçuk iyisi.




Neyse pek vaktimiz olmadığından çok bir yer göremedik bugün ama otobüs deneyimini edin dedi bana Esti, olur da taksi bulamazsam diye...
Otobüs durağından daha önce bahsetmiştim. Tekrarlamak gerekirse iki çeşit otobüsleri var.

Biri bizimkiler gibi dolmuş grubuna girenler ve pek de sevilmeyenler. Denemedim henüz ama içerisi tıkış tıkış oluyormuş ve havalandırma yokmuş. Hımmm, bir de tavuğuyla horozuyla binenler varmış. Zaten görüntüsü iyi değil ki, değil mi?








Diğer otobüs ise, bizim anladığımız manada daha geniş olanından. Onların hususi durakları var ve bu duraklar normal kaldırımdan daha yüksekte ve bileti durağın içerisinde küçük bir masanın ardında oturan kişiden alıyorsunuz.


Öğrenci bileti (sarı olan) 2.000Rp yani 0,34TL; Tam bilet ise 3.500Rp yani 0,59TL. Düşünebiliyor musunuz??

Geldi otobüs binelim dedik, ama kaldırımdan yüksekte olunca nasıl binilir ki şimdi, yukarıya zıplayarak mı? Tabii bir sistemi var, otobüsün içinde kapı önünde bir platform var ve o otomatik olarak durağa gelindiğinde, durağa doğru uzuyor. Zıplamak zorunda kaldım mı? evet... çünkü durak ile otobüsün platformu arasında yine de uzunlamasına bir mesafe vardı. Anlicanız öyle aceleci olarak çolla çocukla binilecek bir otobüs değil. İşte aşağıda soldaki resimde biz indiğimizdeki platform  (Allah'tan daha yakındı, yoksa birileri binmeye çalışırken ve otobüs ful doluyken kendimi dışarı atmam zor olacaktı... :)






Gelelim biraz da öğrencilere... Burda da Türkiye'de olduğu gibi okul üniforması var ama daha çok bizim imam hatip formalarına benziyorlar. İşte iki farklı okul öğrencileri:


 

 Bugünlük bu kadar. Yarın yine Esti ile buluşcam, bakalım neler göreceğiz. Sonrasında da artık şu ev işini halledeceğiz İnşallah!!!



20 Eylül 2010 Pazartesi

Biraz garip uygulamalar...

Evet iki günlük suskunluğumun ardından tekrar bilgisayarımın başındayım... Suskunluğumu neye borçluyum: 1. odamdaki internet wireless değil kablo ile sağlandığından ve eşim bu kabloyu kendi laptopunu takıp, iş yaptığı için.
2. Cumartesi günkü ev bakma olayı yine başarısızlıkla sonuçlandı ve moralim bozulduğu için
3. Pazar günü hala eşim pc'sini kullanıyordu ve biraz da yorgun olduğum için...

Cumartesi günü ev baktığımızda elimizde kendimizi zorla beğendirmeye çalıştığımız sadece iki ev olduğunu fark ettik. Birincisin içerisi hiç kullanışlı değildi, etrafında yapılaşma (ve bununla birlikte amelelerin geliş gidişleri) sürüyor, ayrıca tam da istediği yerde değildi. Ama fiyatı ulaşılabilirdi.
Diğer ev ise, tam istediğimiz yerde ve temiz ancak çok büyük (toplamda giriş katı ile 3 kat ve garaj, artı hizmetçi odalarını saymazsak 4+1 oda). Buna bağlı olarak da düşündüğümüzden daha pahalı. Hımmm bir de içeriden dışarıya açılan çok sayıda kapı olduğu için, kendi başıma kalacağım günler açısından endişe verici...
Ne yapacağımıza karar vermek için emlakçıdan biraz zaman istedik...

Bu arada pazar günü eşimin iş yerinden bir adam bize ev bulma konusunda yardımcı olmak istediğini söyledi (elbette bir karşılık umarak..) biz de umutsuzca tamam dedik. Bizi öyle bir yere götürdü ki inanılmaz şaşırdık. Biz tüm ihtimalleri tükettik derken, meğer istediğimiz mahallede, hem güvenlikli, hem oldukça huzur verici bir sakinlikte küçük bir site varmış, bir çok yabancı da burada oturuyormuş...
Bir an süper umutlu olduk evlerin dışları bayağı güzel ve tam istediğimiz büyüklükte. Ancak dün sadece dışarıdan gördük. Bugün de, dün gördüğümüz iki evden birinin içini gördüm... Fiyasko... Evin penceresi dahi yok. Hava sirkülasyonu oluştursun diye tamamen beton ve fayans karelerinden oluşan bir yere açılan bahçe kapısı ile leş gibi görünen tavandaki bir ızgara kapak kullanılıyor. İşte evin umut vaat eden dışı:


Ve hayal kırıklığı yaratan içi:




Burasının salonun içi olduğunu ve
normalde çamaşır makinesinin burada
olacağını (!) da eklemem gerek. Burası aynı
zamanda ızgaranın da altı...




İşte böyle hevesimiz kursağımızda kaldı... Neyse dünkü güzel bir şeye döneyim şimdi, bu ülkenin en büyük nimetlerinden biri: spa!!!
Keşfettiğimiz güzel bir spa yeri var bizim de içinde bulunduğumuz mahallede: Maia Spa Salonu



İşte spa salonumuz. Odanın içinde yine mermer, taş, ahşap ve sudan oluşan bir dekor ile bir küvet bulunuyor. Bayağı büyük bir yer ve çok sayıda odası ile çalışanı var. Aynı zamanda yoga ve kuaför olarak da hizmet ediyor. Fiyatlara gelince biz iki kişi, komple vücut spa bakımı ile yüz bakımını (yaklaşık 2-3 saatlik bir bakımı) 100TL gibi bişey ödedik!!! Hatta bi de kampanyaları var, örneğin onlarca çeşit spadan bir tanesini seçip toplu para veriyorsun ve 5 kere gelip, 4 bakımın parasını veriyorsun. Kısacası Türkiye'deki bir uygulama fiyatına (ben araştırmıştım Ankara'da komple spalar yaklaşık 300-400 TL kişi başına) siz beş kez gelebilirsiniz..

Hatta fiyat listesi ile spa çeşitleri (içerikleri, masaj şekilleri, kullandıkları malzemelere göre değişiyor) aşağıda bulunuyor fikir verebilmek için. ( 1TL= 0,00017 Rp)

Fiyatlar Türkiye ile karşılaştırıldığında gerçekten de ucuz değil mi? Ayrıca vurgu yapmak isterim ki bu gittiğimiz yer oldukça temiz ve büyük bir yer, ve lüks bir semtte bulunuyor.

Neyse gelelim asıl garip uygulamalar kısmına. Derhal bir fotoğraf:

Burda bu halde ne yaptığımı merak edebilirsiniz. Edin de zaten... Size kısa tanımı ile "başınızı sokmadığınız bir sauna" desem? Evet aynen öyle. Bu şeyin içine giriyorsunuz (keten kumaş). Sadece boyun bölgenizden itibaren başınız dışarıda kalıyor (ordan da buhar çıkmasın diye havlu koyuyorlar). İçinde oturduğunuz şeyin hemen ayak kısmında buhar veren bi alet var ve bi 15 dakika sonra bu buhar makinesine de bitkilerden oluşan bir toz koyuyorlar (bu şekilde tüm hücreleriniz açılıyor)... Nasıl ama? oldukça çekici geliyordur:))
Tabi bu çekici kısmı... Bir de listede belki fark etmişsinizdir, gelin adaylarına özel bir paket var. İşte ikinci gariplik bununla ilgili:


 İlk etapta basit bir iskemleye ya da tabure (artık ne derseniz) benziyor değil mi? ama değil... Sır altındaki tablada gizli... Şimdi olay şu: evlenecek olan kızcağız çıplak bir şekilde üzerinde bol bir peştamal ile bunun üzerine oturuyor. Altına gerçekten de yanan kömür parçaları konuyor ve ısının etrafa dağılmasını önlemek için o peştamal üstünden tabureyi tamamen örtüyor... Maksadı sordum bu uygulamanın: sağlık imiş (!) İnanılmaz değil mi?? :)

Neyse daha neler görcez kim bilir?..

Son olarak Arap şeyhlerinin ya da prenslerinin kendilerine saray yaratmadıkları bir yer kalmadığını gösteren bir fotoğraf. Bu şehire ne diye bir saray yaptırdığını, neden buraya gelme ihtiyacı duyduğunu bilmediğimiz arap prensi, Semerang'ın yükseklilerinde kendine ufak bir saray yaptırmış. Acaba bu şehirde bizim bilmediğimiz bir altın ya da elmas üretimi mi var ki??
İşte saray:

 Beyaz üzerine altın yaldız ile Allah yazılmış. Çok güzel bir ayrıntı bence... Sevdim...