26 Ekim 2010 Salı

Yoğun bir günun sonunda keyifli bir akşam yemeği...

Pazar gününe dönelim... Pazar günü olmasına rağmen bitmez tükenmez bir yarış içerisindeymişim gibi geldi. Yeni uğraşımızın adı: klima taktırmak. Evimizin iki odasında zaten klima vardı ama salonda yoktu. İlk olarak fan ile yetinmeye çalıştık ama eşimin sıcağa olan alerjisine (!) daha fazla karşı koyamadım ve klima alıp eve kurulmasını sağladık. Bu arada bu işlerde yine emlakçı aracılık etti. Ev yine toz toprak oldu...

Her neyse sabahtan ev sahibimiz ile sözleşmiştik. Bizi akşam bir yerlere çıkaracağını söylemişti ve de öyle yaptı. Şehrin üst kısımlarında açık hava bir restorana gittik.


Restoran 3 ayrı bölümden oluşuyor: çardaklar (bizdeki gibi yerde oturuluyor ve alçak bir masa var; sadece üstü kapalı olan restoran (bizim tercih ettiğimiz, manzara dolayısyla..); ve gruplar için kapalı odacıklar.

















Bu arada canlı müzik eşlik ediyor yemeğinize. (Şunu söylemeliyim ki, gerçekten de çok güzel sesler var burada... Yani tamam bizde de canlı müzik yapanların sonuçta belli bir performansı var ama, bunların ki ortalamanın biraz üzerinde gibi geliyor..)




Şehir denizden itibaren uzun bir süre düzlük olduktan sonra yükselmeye başlıyor. Örneğin bizim oturduğumuz Candi Golf alanı şehrin bu yüksek yerinde. İşte bu restoran da onun yaklaşık bir-iki kilometre arkasında ve dolayısyla daha yükseğinde, öyle ki tüm şehir ayaklarınızın altında...


Neyse keyfini çıkaralım akşamımızın. Balık isteyelim. Restoranlarda en sık rastalanılan balık, gurami siparişi verdik. Ev sahiplerimiz de, uzak doğu kültürünün vazgeçilmezi pilav siparişi verdi ilk önce. Pilav burda çoğunlukla palmiye agacı yaprağının içerisinde geliyor.


 Bununla beraber, daha önce de denediğimiz yeşilliği aldılar. Sanırım bu da ana yemeklerle beraber mutlaka alınan şeyler arasında, aynı bizdeki salata gibi...


Bir de garip bir yemek daha aldılar. Adı Muntahu. Bu yemeğin içerisinde tavuk ile küp küp tatsız tuzsuz hamur var. Galiba soyadan yapılmış, eğer ev sahibimizin eşini doğru anladıysak:)

Doğrusu yeşilliği sevmeye başladım. Hafif acı bir sosun içerisinde. Bana biraz ıspanağı andırıyor. Gurami balığı da tamam. Her ne kadar pek bir eti olmayıp, beni aç bıraksa da, tadı fena değil en azından ve de ızgarasını talep edebiliyoruz.



Ama bu hamurlu zımbırtı (Annem duysa yemeğe zımbırtı dediğim için kızardı şimdi :)) gerçekten çok kötü geldi... (Allah'ın verdiği nimete kötü dediğim için de kızardı:)))





Beni tanıyanlar bilirler ki, yemek benim için bir keyif aracıdır. Ben kolay kolay fastfooda gitmem, ani bir hamburger krizim yoksa... Güzel, hoş bir mekanda değişik soslarla hazırlanmış bir yemeği yemeyi tercih ederim hep. Bu yönüm dolayısıyla benim burada kolay yemek yiyebileceğimi düşünenler yanılıyor. Bizdeki çakma uzakdoğu sosları kesinlikle daha güzel, sunumumuz bir harika, ve mekanlarımız çok özenli... Burada manzara ve o ekzotik hava olmasaydı, sanırım çok boş olurdu...Yemekler ise... Karman çorman... Hangi tadı alacağını bilemiyorsun. Beyin fazlasıyla uyarılıp, sonuç olarak keyif hormonunu salgılamaktan vazgeçiyor. ;)

Hiç yorum yok: