En son Dunedin’de yeni yılı kutlamıştık… Allah’tan çok geç yatmadık da gene, sabah uyanabildik (zar zor da olsa :)
Sabahki ilk durağımız Dunedin şehrinin yüksek bir yerinde olan anıt oldu. Doğrusu anıtın ne olduğunu unuttum, manzara daha çok ilgimi çekti:)
Ardından dünyanın en dik yoluna gittik. Türk şehirlerinin hep dağda bayırda olduğunu, bu nedenle bol bol dik sokağımızın olduğunu biliyorum ama bu, gerçekten de açı olarak en diki sanırım.. Bu ülkede de kışın yoğun kar yağdığını düşününce, bu insanlar burada nasıl yaşıyor diye merak ediyorum doğrusu.
Kalktık oradan Yeni Zelanda’nın en eski üniversitesi olan Otago Üniversitesi’ne gittik. 1869 yılında kurulan bu üniversite, çok güzel bir binaya sahip. Yeri de hem sakin hem de keyifli..
Buradan da Olveston House’a gittik. Zengin Olveston ailesine ait 1900’lü yılların başında inşa edilip döşenmiş ve şu an müze olarak kullanılan bir ev.1900’lü yılların başında da, şu an rahatlıkla kullandığımız teknolojileri görmek, daha doğrusu şu anki teknolojilerin atalarını görmek çok eğlenceliydi! Dekorasyonda o dönemin zenginliğini gösteren İngiliz aksesuarlarının yanı sıra, Çin porseleni, Japon işçiliği ve…. Türk halısı vardı. İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğundan sizlerle sadece binanın dış görüntüsünü paylaşabileceğim…
Te Anau’ya doğru yola çıktık. Eee bu göl ülkesinde yeni bir göl ile karşılaşmamak olmazdı. İşte Manapouri gölü:
Haydi tekrar yola!! Geceleyeceğimiz yer Te Anau. Yeni Zelanda’nın en ünlü göllerinden biri. Aynı zamanda küçük bir kasaba formatında olduğundan, bayağı kalabalık (gerçi kalabalığı da turistler oluşturuyor yaa ; )
Gölün etrafı yürüyüş yolu ve oturacak banklar ile donatılmış ama doğal ortamı bozmadan tabii. Güneşin doğuşunu ve batışını izlemek bir harika!!
Dinlenen İndiana Jones benim eşim oluurr :) Ama ne güzel de çekmişim de mi?
Bu arada sizlere, bana ilginç gelen bir şeyden bahsetmem lazım. Şimdi biz Yeni Zelanda’nın yazına gidiyoz diye hep yanımıza t-shirt ve short gibi kıyafetler almıştık. En yüksek derece de (o da kimi yerlerde) 20 derece olunca, var olan uzun bir-iki kıyafeti tekrar tekrar giydik. Her yerde de sadece geceleyince ne yıkama ne de kuru temizleme yapabildik. Te Anau’da iki gece geçireceğimizden kıyafetlerimizi bi yıkayalım dedik akşamdan. Yalnız bu hizmet de (sonradan öğreneceğim üzere nerdeyse tüm şehir ve otellerinde olduğu gibi) self service şeklinde. Laundry odası var, orada bir kaç tane yıkama makinesi, bir iki tane de kurutma makinesi var. 2 NZ dolarını koyuyorsun, jeton gibi makineye, ayarlıyorsun ısıyı falan, gerisini kendisi yapıyor, deterjan dahil olmak üzere. Aynı işlem kurutma makinesi için de yapılıyor. İşte kıyafet yıkama yeri:
Böylece Yeni Zelanda’daki bir günümüz daha bitmiş oldu…
Yeni durum şu: Bilgisayarımda Windows Live Writer adlı bir şey keşfettim. Çevrim dışıyken, yani internete bağlı olmadan blog sayfanı yazıp, daha sonra internet ile direkt yayınlıyorsun. Bu sayfa denemeydi ve gördüm ki, yine fotoğraf sorun. Aslında her bir fotoğrafın üzerine tıkladığınızda fotoğraf açılıyor ama, tek bir sayfada hepsi birden görünmüyor. Şimdilik böyle idare edin, ben şu işin aslını öğrenene kadar ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder