14 Ocak 2011 Cuma

Yeni Zelanda, gün 2 :))

Yeni Zelanda'daki ilk günümüzden bahsetmiştim sizlere. Yeni Zelanda'nın iki adasından biri olan Güney Adası'nın en önemli şehirlerinden biri olan Christchurch'de indik uçaktan. Bu arada bu ülkeye herhangi bir yiyecek türü getirmek yasak. Havaalanında köpekli polisler var, amaç sadece uyuşturucu gibi yasadışı maddeleri yakalamak değil, aynı zamanda yiyeceklerin-içeceklerin de yerini tespit etmek. Bu yasağın amacı ne bilmiyorum ama böyle işte... Yani burda yaşayan bir gurbetçi aile varsa, TR'den sucuk getirmesi hayaldan ibaret. (Endonezya serbest, buraya gelen her dostumuz-ailemize duyurulur ;))

Aslında ilk indiğimiz gün, turun geri kalanı ile bir tanışma kokteyli düzenlenmişti. Bir baktık herkes yaşlı, emekli falan... Allah biz çok sıkılcaz şimdi, bunlar bir de yürümek de istemez bir yere, onların yüzünden biz de bir şey göremicez diye düşünmüştük ama öyle olmadı. Hem çok eğlendik, güzel dostluklar kurduk, hem de görebileceğimiz kadar yer gördük. Bu arada biz Kirra Tours ile gezdik ülkeyi ve de çok memnunuz hizmetten. Otobüste dönüşümlü oturma sistemi yaptılar. Böylelikle herkes otobüsün önünde, ortasında ve arkasında oturdu, kimseye haksızlık yapılmadı.


Bizim otobüsün şöförü, aynı zamanda rehberimizdi!! Bizim ülkede şöföre yaklaşıp iki çift laf etmek yasaktır, dikkatini dağıtacağımız düşünüldüğünden; burda ise (diğer turlarda da geçerliymiş) şöför ile rehber aynı kişi. Alıyor kulaklık gibi takılan mikrofonlardan, başlıyor anlatmaya. Ama öyle çiğ, yavan bilgiler değil, zaten adam işini çok sevdiğini ve 23 yıldır (yoksa 43müydü?) yaptığını söylemişti... Adamın bilmediği kuş, börtü böcek, kaya, dağ, nehir, sokak, şehir vs yok. Kısaca gayet esprili ve inanılmaz bilgili bir rehbere denk geldik. Ben TR'de bir kez tur yapmıştım, ama ordaki rehberimiz elinde kitap ile geziyordu, bilgileri unutmamak için.
Bir de şunu söyleyim, adam 60'ında ama acayip karizmatik. Böyle kovboy şapkası gibi bir şapkası var, kalın gümüş bileklik, pantolonuna asılı zincir. Akşam da tam sokakların çetesi gibi, siyah dar t-shirt, kot, çizme... Çok eğlenceliydi yaaa!! Tanıştırayım, rehberimiz ve şöförümüz Hugh:



Turun ikinci günü ama gezi anlamındaki bu ilk gününde, ilk önce genel bir şehir turu yaptık otobüs ile. Sonra şehrin üst kısımlarından, şehre şöyle bir göz attık. Aslında gittiğimiz yerde bir yürüyüş parkuru yapılmış önce, sonra adamın biri düşünmüş ki burda yürüyüş yapanlar çay içmek ister, bu nedenle de bir çay evi (kafe) açmış yıllar önce.

 


 
<>
<>
 
 
İşte bu kafe
 






 


Tekrar yola çıkıyoruz. Yolda dikkatimi çeken bir şey var: çit yerine çoğunlukla ağaç kullanılmış arsalar veya tarlalar arasında. Ağaçlar tek bir şerit oluşturuyor, düzgün kesilmişler, yanlardan taşma da yok herhangi bir tarafa. Hem doğal hem de görsel bir çit... Bu şekilde kesilmesinin bir sebebi de, rüzgar çok kuvvetli olduğundan, ağaçların devrilmesini engellemekmiş. Tabii ağaçlar uzun olunca ve sert dallar söz konusu olduğundan bu işi özel firmalar üstleniyormuş.



Bir ara gri sularıyla akan bir nehrin üzerinden geçiyoruz: Rakaia nehri. Nehir çok geniş, birçok küçük nehir burada birleşiyormuş.. Aslında biz gelmeden iki gün önce sel olmuş burada, hatta üzerinden geçtiğimiz yol kapanmış. Şanslıyız yine, biz durağan dönemine denk geldik. Suyun rengi tuhaf değil mi? Rehberimiz bu renkteki suların çoğunlukla karların erimesiyle oluştuğunu söyledi.




Bulunduğumuz bu bölgede, Güney Adası'nın orta bölgesinde, daha çok patates ve kanola yetiştiriliyormuş. Yolda Rehber bize bilgi vermeye devam ediyor. Tur katılımcıların %90'ı Avustralyalı olunca konu YZ-Avustralya ilişkilerine geliyor. İki ülke arasındaki ilişkiler çok iyimiş, hatta her iki ülke ortak para birimi ve ortak ordu konusunda görüşmeler yapıyormuş.

Günde iki kez çay molası, artı bir de öğle yemeği molası veriyoruz. İlk çay molası Geraldine adlı küçük bir kasabada (Fotoğraf çekmeyi unutmuşuz;). Kasaba diyoruz ama valla sineması, tiyatrosu falan var.


Sonraki durak Te Kapo gölü. Ardında görünen dağlar da YZ Alpleri.

Burada bir çoban köpeğinin heykeli var. 19. yy'da buraya gelen İskoçyalı çobanlar koyunlarla baş edebilmek için bu köpeklerden çok yararlanmışlar ve bu nedenle hayvanın heykelini dikip onurlandırmayı düşünmüşler :)) (ama öyle, şaka değil... :S)
Ayrıca yine Mackenzie ovasının ilk kilisesi "Church of the Good Shepherd" burada yer alıyor. 1935 yılında inşa edilmiş ve Yeni Zelanda'nın en çok fotoğraflanan yerlerinden biriymiş, sanırım konumundan dolayı...


Bu ülke, göl, nehir, dağ, orman, yani doğanın sunduğu tüm güzelliklerin ülkesi. Daha bir arpa boyu yol almadan, vardık mı ikinci göle: Pukaki gölü.
Suyunun rengini fark ettiniz mi? Muhteşem bir yer!!!

 

Kuzeye doğru çıkıyoruz biraz ve Cook Dağının eteklerine yaklaşıyoruz. 3 754 metresi ile Yeni Zelanda'nın en uzun dağı olan Cook Dağı'nın zirveleri hala karla kaplı. Bu da görüntüyü daha da inanılmaz kılıyor. Burada 2 otel var. Bunlardan biri özellikle aylar (hatta yıl) öncesinde rezervasyon gerektiriyormuş yer bulabilmek için!!
Ayrıca havaalanı var. Buradan küçük uçaklarla yarım saatlik turlar düzenleniyor.
 Bunlara ek olarak, müze var. Kullanılan ilk uçaklardan birinin asılı olduğu bir salondan ibaret, ama yeterli.
Sözü fotoğraflara bırakıyorum...



Çok güzel bir güneş vardı o gün, sıcak ama yakmayan. Biz de bu fırsatı kullanarak ayakkabılarımızı çıkartıp tertemiz çimenine uzandık. Bizi gören bir kaç kişi de aynısını yapmaya başladı :)

Çok dinlendirici ve güzelliğiyle göz dolduran bir yer... Gitmek biraz can sıkıcı oldu... Ama bizi yeni keşifler bekliyor diye düşünerek atladık otobüsümüze. Yolda yine aynı manzaralarla güneye doğru gittik ve geceyi Omarama adlı küçük bir yerleşmede geçirdik. Otelimiz Heritage Gateway.




Ertesi gün daha da yoğun geçecek bizim için...




NOT: Arkadaşlar, birinci yazı ile bu yazı arasında bu kadar zaman geçmesinin sebebi, fotoğrafları evde yükleyememem. Hala internet sorunu var. Dün akşam bir program yükledik ve fotoğrafların kalitesini, dolayısıyla da boyutunu azaltık. Buna rağmen bu yazıyı ben 3,5 saatte yazmış oldum. (Sabah 8de başladım ve şu an saat 11:30). Fotoğraflardaki renkler gerçeğin sadece silik bir kopyası olduğunu bilin (ben fotoğraf bile güzel göstermez derken, şimdi de var olan fotoların kalitesini düşürmüş oldum...)
Neyse bir şekilde bu geziyi sizlere anlatacağım. Benim yüklerken gösterdiğim sabrı, siz de bir sonraki yazıyı beklemekte geçirirsiniz umarım...



Hiç yorum yok: