31 Ocak 2011 Pazartesi

Can sessizce yanıyor ...

Öfke doldu içim, acımdan da öte... Hıçkırarak ağladıysam öfkemdendir, üzümtümden çok. Kendimden geçtiysem defalarca, yine öfkemdendir!.. Babam gitti, canım yandı... Öfkelendim delicesine, babamın gitmesine, onun yaşamayı değil, bizi bırakmayı seçmesine öfkelendim!.. Öfkelendim çünkü acımı yaşayamadım... yaşatmadılar... öfkelendim çünkü son bir kez yüzünü göremedim!.. öfkelendim çünkü onun bir çok isteğini görmezden geldim!.. öfkelendim bana bu acının geçeceğini söyleyenlere!.. Babamın kurtulduğunu söyleyenlere öfkelendim, acıyı gözlerimde arayanlara!..
Öfkelendim çaresizliğime, ona yardımcı olamadığıma, onun hastalığından sıkıldığımı söylediğim zamanlara, kendime...

Ama öfkem de gitti sonunda, sadece can acısı kaldı... Bakışların sabitleştiği yerde anlam arıyor insan... Dalıyor acının derinliklerinde...
Yine de bugün kalktım, yüzümü yıkadım... Yemek yedim, televizyon izledim, konuştum... Bu gece de uyudum, rüya gördüm, kabus gördüm... yine yaşadım bugünü de bu geceyi de, diğer günler ve geceler gibi... Tek fark, gözlerimde babamın olması... ama gözlerimin bir daha onunla hiç buluşamayacağını bilmesi...

Öfkem korkuturken sevdiklerimi, onlara sessizliğimin tehlikesinden bahsedemedim...
Öfkemi gördüler, öfkemi yaşadılar acı olduğunu düşünerek... oysa can sessizce yanıyor...

20 Ocak 2011 Perşembe

Yeni Zelanda, gün 5



Yeni Zelanda'nın muhteşem doğasını biraz daha gezeceğiz bu beşinci günde. Bugünün en önemli etkinliği Milford Cruise. Te Anau'dan yola çıkıp, ülkenin en doğusuna, okyanus kıyısına gittik. Orda nehirin okyanus ile birliştiği yerde bir kaç saatlik bir gemi yolculuğu yaptık. Ama ilk önce yoldaki manzaraları paylaşayım sizlerle.

Dağlar kızı Reyhan moduna girdim burada:))

Bazı ağaçlarda gördüğüm bu garip şekil çok ilgimi çekti.
Sanki ağaç kendi kozasını yapmış gibi...
















 
Yahu şelale olmadan olur mu??






Çoğu şelale karların eğrimesi ve
kayaların su tutmaması nedeniyle oluşuyor.




Henüz sadece otobüsten çektiğim fotoğraf bu...























Sonunda geliyoruz gemiye bineceğimiz yere. Bayağı kalabalık bir topluluk olacağız içeride.




Ve gemiden ilk görüntüler. İçeriden çektim ilk etapta... Sonra dayanamayığ üste çıktık... Bir çok film çekimi var yine bu alanda... Olağanüstü!...










Aslında sizlerle video paylaşmad isterdim ama internet hızı video yüklenmesine izin vermiyor. Bazı şelalelerin altına kadar girdi gemi ve ıslandık. Söylentiye göre bu şelale suyu ile yıkanan kişinin cildi he genç ve güzel kalır... Denemeye değer değil mi? :))
Nehrin okyanus ile birleştiği yerde yine foklar gördük.


İşte böyle güzel bir öğlen geçirdik. Sonrasında yine doğanın sunduğu diğer güzellikleri görmeye bir iki yere uğradık. Onlardan birinde aşağıdaki kuş ile tanıştık: Kea. Papağan cinsinin Yeni Zelanda versiyonu:))






Bu fotoğrafta çektiğimiz otobüsün bir özelliği var: sizler de fark etmişinizdir, öne doğru eğik. Amaç tüm yolcuların önden aynı görüntüyü paylaşmasıymış. Bu yüzden koltuklar arkaya doğru yükseliyor. Bu arada tavanı da camdanmış...


Akşam yine Te Anau'ya döndük, ertesi gün bizi uzun bir yolculuk bekliyor olacak: Queenstown'a gidiyoruz.

Sizlerle paylaştığım fotoğraflar sınırlı biliyorum ama ancak yükleyebiliyorum. Video'yu her türlü denedim ama olmuyor. You Tube ya da Daily Motion'a dahi ekleyemiyorum... :((

18 Ocak 2011 Salı

Yeni Zelanda, gün 4 :))

En son Dunedin’de yeni yılı kutlamıştık… Allah’tan çok geç yatmadık da gene, sabah uyanabildik (zar zor da olsa :)
Sabahki ilk durağımız Dunedin şehrinin yüksek bir yerinde olan anıt oldu. Doğrusu anıtın ne olduğunu unuttum, manzara daha çok ilgimi çekti:)
 DSCN4306
  DSCN4312  DSCN4314
Ardından dünyanın en dik yoluna gittik. Türk şehirlerinin hep dağda bayırda olduğunu, bu nedenle bol bol dik sokağımızın olduğunu biliyorum ama bu, gerçekten de açı olarak en diki sanırım.. Bu ülkede de kışın yoğun kar yağdığını düşününce, bu insanlar burada nasıl yaşıyor diye merak ediyorum doğrusu.
DSCN4319  DSCN4320  DSCN4322
Kalktık oradan Yeni Zelanda’nın en eski üniversitesi olan Otago Üniversitesi’ne gittik. 1869 yılında kurulan bu üniversite, çok güzel bir binaya sahip. Yeri de hem sakin hem de keyifli..
DSCN4323  DSCN4328 IMG_0391
IMG_0393  DSCN4333
Buradan da Olveston House’a gittik. Zengin Olveston ailesine ait 1900’lü yılların başında inşa edilip döşenmiş ve şu an müze olarak kullanılan bir ev.1900’lü yılların başında da, şu an rahatlıkla kullandığımız teknolojileri görmek, daha doğrusu şu anki teknolojilerin atalarını görmek çok eğlenceliydi! Dekorasyonda o dönemin zenginliğini gösteren İngiliz aksesuarlarının yanı sıra, Çin porseleni, Japon işçiliği ve…. Türk halısı vardı. İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğundan sizlerle sadece binanın dış görüntüsünü paylaşabileceğim…
DSCN4335
Te Anau’ya doğru yola çıktık. Eee bu göl ülkesinde yeni bir göl ile karşılaşmamak olmazdı. İşte Manapouri gölü:
DSCN4343  DSCN4347
Haydi tekrar yola!! Geceleyeceğimiz yer Te Anau. Yeni Zelanda’nın en ünlü göllerinden biri. Aynı zamanda küçük bir kasaba formatında olduğundan, bayağı kalabalık (gerçi kalabalığı da turistler oluşturuyor yaa ; )
Gölün etrafı yürüyüş yolu ve oturacak banklar ile donatılmış ama doğal ortamı bozmadan tabii. Güneşin doğuşunu ve batışını izlemek bir harika!!
DSCN4348  DSCN4353
Dinlenen İndiana Jones benim eşim oluurr :) Ama ne güzel de çekmişim de mi?
DSCN4361  DSCN4359
Bu arada sizlere, bana ilginç gelen bir şeyden bahsetmem lazım. Şimdi biz Yeni Zelanda’nın yazına gidiyoz diye hep yanımıza t-shirt ve short gibi kıyafetler almıştık. En yüksek derece de (o da kimi yerlerde) 20 derece olunca, var olan uzun bir-iki kıyafeti tekrar tekrar giydik. Her yerde de sadece geceleyince ne yıkama ne de kuru temizleme yapabildik. Te Anau’da iki gece geçireceğimizden kıyafetlerimizi bi yıkayalım dedik akşamdan. Yalnız bu hizmet de (sonradan öğreneceğim üzere nerdeyse tüm şehir ve otellerinde olduğu gibi) self service şeklinde. Laundry odası var, orada bir kaç tane yıkama makinesi, bir iki tane de kurutma makinesi var. 2 NZ dolarını koyuyorsun, jeton gibi makineye, ayarlıyorsun ısıyı falan, gerisini kendisi yapıyor, deterjan dahil olmak üzere. Aynı işlem kurutma makinesi için de yapılıyor. İşte kıyafet yıkama yeri:
DSCN4364
Böylece Yeni Zelanda’daki bir günümüz daha bitmiş oldu…



Yeni durum şu: Bilgisayarımda Windows Live Writer adlı bir şey keşfettim. Çevrim dışıyken, yani internete bağlı olmadan blog sayfanı yazıp, daha sonra internet ile direkt yayınlıyorsun. Bu sayfa denemeydi ve gördüm ki, yine fotoğraf sorun. Aslında her bir fotoğrafın üzerine tıkladığınızda fotoğraf açılıyor ama, tek bir sayfada hepsi birden görünmüyor. Şimdilik böyle idare edin, ben şu işin aslını öğrenene kadar ;)

16 Ocak 2011 Pazar

Yeni Zelanda, gün 3 :))


En son Omarama'da gecelemiştik. Sabah 8'de yine yola çıktık, ilk durağımız çok nefis bir manzara sunan baraj. Barajın kaynağı olan nehir o kadar büyük güce sahipmiş ki normal bir şekilde sadece barajın kapılarını açarak suyun akmasını göze alamayıp, püskürtme yoluyla suyun gücünü azaltıyorlar. Bu arada bu baraj (bulunduğumuz Güney Adası'nı değil) Kuzey Adası'nı besliyormuş enerji anlamında. Suyun rengi olağanüstü bir mavilikte bir göl oluşturuyor...


Sonrasında ise Oamaru şehrinde kahve molası verdik. Orda çok güzel kiraz bulduk (ama babamızın bahçesindeki daha güzel :)) Ve tekrar yoldayız, Dünedin'e doğru gidiyoruz. Burada Monarch Cruise ile sarı gözlü penguenleri ve fok balıkları ile albatros kuşlarını göreceğiz. Cruise'den önce karnımızı doyurmaya yakın bir yere oturduk. Cruise yaklaşık 5 saat sürdü. İlk olarak bizi bir otobüs alıp, Dünedin'i şöyle kısaca gezdirip, şehrin çıkışındaki penguen'leri görmeye götürdü.



Bu ülkenin posta kutularına bayıldım, hepsi değişik, hepsi rengarenk!

Her yerde kendi başında otlayan yüzlerce koyun var.
Tamam Türkiye'de de var ama bu kadar çok sayıda kesinlikle görmedim!!


<>
Bu garip bitkiyi fotoğraflamadan geçemedim;)

Kardeşimizin bize verdiği bilgiye göre (valla biz onun yalancısıyız:) penguenler kendilerinin fotoğrafı çekildiğini anlayan yegane hayvanmış (valla şimdi yazarken de hala garip geliyor, canım benim sen bizi keklemiyon de mi? ;)) Her neyse, doğru ise de, yanlış ise de, penguenler öylece durup, harbi harbi beklediler tüm fotoğraflarımızı. Hani derler yaa, gözünü kırpmadan baktı diye, işte tam da öyle bir şekilde!!

Bunlar belirli bir alanda ziyaretçi bekleyenler. Bir de doğal ortamlarında görmek için üstü kapalı ve az-buz yer altında (siper gibi) bir tünelden geçtik. Anne-baba penguen yemek almaya gitti, kaldı yavru penguen. Bu arada sağnak yağmur olduğu için, yavrular da kendi çadırlarında :)



Penguenler suyun içinde de görebilmek için çok hassas gözlere sahipmiş, rehberimizin söylediğine göre. Bu yüzden özellikle yavru penguenleri çekerken  flaş kullanmak yasak. Hadi bilin bu konuda çok duyarlı davranan ama ilk hatayı yapan kim? Eeee ben... :SS Güya kontrol ettim de çektim... Bu arada konuşmak da yasak, penguenleri ürkütmemek için... Neyse ki çığlık da atmadım ;))


Aynı yolda yürümeye devam edip bu defa fokları gördük. Alttaki fotoğrafta, arkamda, solda kaya gibi duran şey bir fok aslında.. Denizin orda, kayalıklarda daha fazla var. Hepsi oyun peşinde, çok eğlenceliler :)








Ardından gemiye bineceğimiz yere gittik. Biner binmez bizlere, birer yağmurluk, birer dürbün, ve gördüğümüz hayvanlardan kısaca bahseden birer kağıt verdiler. Çeşit çeşit kuşlar gördük. Yalnız bu cruise'in amacı olan albatrosları görmek ilk etapta biraz zor oldu sanırım yağmurdan dolayı, ama sonrasında kendilerini göstermeye başladılar. Kanat aralığı 3,5 metreyi buluyormuş. Çok hızlı hareket ettikleri ve bizlere de pek yanaşmadıkları için bir türlü fotoğrafını çekemedim..



Cruise bittiğinde, ıslak ve üşümüş (yağmurluğa rağmen, ince çiselti içimize işledi valla :( ) ama mutluyduk. Çok keyifli bir öğleden sonrası geçirdik. Bu cruise üst üste ödül almış, tavsiye edilir;)
Otobüs ile bizi otele bıraktılar. Bugün 31 Aralık. Akşam özel İskoç gecesi var. Bunun nedeni ise, Dunedin'in İskoçlar tarafından inşa edilmesi ve adının güneyin Edinburg'u diye geçmesi.
Zar zor sıcak bir duş alıp vücut ısımızı yükseltip, üzerimize temiz bir şeyler geçirip geceye katıldık. Bizden bir iki arkadaşı da dahil ettikleri (arkadaki üçlü) bir tanıtım yaptılar.



Alttaki fotoğrafta masanın üstünde gördüğünüz şey aslında İskoçların meşhur bir yemeği. Koyunun istediğiniz-istemediğiniz neresi varsa, orası kullanılarak yapıldı işte. :S Denedim ama düşüncesi o kadar korkunç geldi ki, ister-istemez tadı da ağzımda berbattı. Birer de küçük şişe scotch hediye ettiler..
Yemekle bitti gece.

Bugün yıl başı napsak ki diye düşünürken, hadi dedik şehir meydanına gidelim.. Grubun yarısı da bizlere katıldı, yürüdük öyle meydana doğru. Yolda kilise ve bu güzel binayı çektim.



Şehir meydanı sakinceydi. Arda arda konserler verildi. Standlarda yiyecek içecek satılıyordu. İnsanlar gelip, gidip, eğleniyorlardı. Hiç bi vukuat olmadı, gayet sakindi aslında Ankara'daki Kızılay meydanı ile karşılaştırıldığında... Saatler gece yarısını bulduğunda, çan çaldı, ve havai fişek başladı...
Aslında bir iki fotoğraf yüklemiştim ama ben yazarken nasıl olduysa silindi. Doğrusu bu yazıyı yazarken zaten zorlanıyorum bu yüzden bu fotoğrafları yüklemeye çalışmayacağım yeniden, artık kusuruma bakmazsınız :S

Haydi yeni yıla başlayalım artık!!!!
Ortadaki kişi, arkadaşımız Kellie.
Bu turda o ve annesi bizim en yakınlarımız oldular. Çok şeker insanlar.