23 Aralık 2010 Perşembe

Boşuna heves...

İnternet konusunda boşuna heves ettik, olmuyor.. Semarang'ın en lüks semtinin en lüks sitesinde olmamız her konuda geri kalmış olmamızı engellemiyor!

İnternet için sabit hatta adsl olan Speedy'e aylık 170 TL'yi baymayı kabul ettik başka çare olmayınca... Ama bu defa evimizde sabit telefon hattı yok. Endonezya telekomu gelip ön kontrol yaptı, meğer kablolar yer altındaymış... Eeee hadi taktıralım dedik, bir de öğrendik ki, site yönetiminin izni gerekiyormuş ve bu ülkenin kuralı; öyle bedavaya izin mizin yok !!!! Sırf izin meselesine 340 TL istiyorlar, ve yapmak için 2 hafta!!!

Haaa verelim gitsin bitsin yok, bu telefon hattı meselesi, bir de internet bağlantısına gelcek adama 80-90 TL civarinda bir meblağ. Yani altı-üstü 2Mbps hızında sınırsız internet kullanım paketi için bu ay 600TL para vercem, bir de her ay 170TL. 3,1Mbps hızında internet paket fiyatını da fikir olsun diye söyleyim, o da 340TL'ye geliyor aylık!!!!

Oooofff bıktım!.. Gözünü seveyim memleketimin...

21 Aralık 2010 Salı

Tatil planlamak :)

İnternetin kafamı bozduğu şu dönemde tek güzel şey tatil planı yapmak. Uzun süredir bir Hristiyan ülkede yılbaşını geçirme isteğim vardı. Niye? Bilmiyorum, belki de yeni yılın ruhunu daha iyi hissetmekti amacım. Türkiye'deki fındık fıstık gecelerinden sıkıldığım için de olabilir;))

Sonunda amacıma ulaştım. Önümüzdeki hafta Yeni Zelanda'ya gidiyoruz. Aslında bayağı çetrefilli geçti bu süreç. Biz biraz geç kaldık tatil planı yapmakta, yabancı bir ülkeye yeni gelmiştik ve eşimin tatilini ne zaman ne şekilde alabileceği konusundaki belirsizlikler bizi geçen aya kadar sürükledi. İlk fikir yine Yeni Zelanda idi ama karavan ile gezmek.. Yahu bi araştırmaya başladım ki, millet bir yıl öncesinden ayarlamış karavanları, şu dönemde de acayip bir fiyat artışı var. Neyse dedik başka bir sefere...
Rotamızı Çin'e çevirdik. Maksat Aralık'da hemen kuzeydeki önemli yerleri görüp, bir an önce güneyine inmek, malum şu an orda kış... Ama şimdi Cin Seddi'ni de donmuş ördek misali gezmek de uymadı. Hele ki biz şimdi yazı yaşarken birden kışın azılı soğuna gitmek korkuttu. Ehhh geri döndük Yeni Zelanda fikrine.

Normalde pek sevmeyiz biz turları ama geç kalmışlığın getirdiği sınırla, hazır bir tura dadandık. Aslında yapacağımız herşey ekstraya girdiği için yine çok pahalı ama ne yapalım... Burdan bile gitmek + 1 gün demek, artık Türkiye'den gittiğimi düşünemiyorum bile...
Bugün asıl bana şimdiden heyecan veren ve acayip adrenalin yükleyen bir şey yaptım: Bungee Jumping için rezervasyon yaptım. Anne Baba hemen söyleyim bu çok güvenilir bir şey!! Zaten bunu icat eden bu tipler bu yüzden dünyanın en güvenilir yeri Yeni Zelanda bunu yapmak için.
Atlayış 400metreden olacak. Queenstown şehrinin üzerinde teleferik ile gidilen bir yerinde.
Hani olur da korkup vazgeçersem diye parasını bilem ödedik. Artık video ile paylaşırım sizlerle, dvd başvurusu da yaptık çünkü.
Gerçi ne görceniz ki onda da; ağzını kocaman açmış, avazının çıktığı kadar bağıran bir Mehtap muhtemelen ;)))

Diğer opsiyonları da İnşallah gerçekleştircez, mesela jetboat, 4x4 ve helikopter var tur opsiyonları arasında, yer olursa gittiğimizde, onları da yapmayı düşünüyoruz.
Geziden çok eğlence olacak sanırım bize :)

Bu arada bu hafta başarabilirsek interneti değiştircez, müracaat ettik ama hala sonuçlanmadı, gene kaldık en pahalı opsiyon olan Speedy'e. Parasında değilim de, umarım bu defa kaliteyi yakalarız. Kısacası bu haftaki son yazım bu olcak. Pazartesinden itibaren 2 hafta yokuz. Dönüşte hem çok anlatacak şeyim olcak, hem de şu internet olursa, paylaşacak bir sürü fotoğrafım ;)

Herkesin Yeni Yılı şimdiden kutlu olsun!! Rabbim sağlığı, huzuru ve mutluluğu siz güzel insanlardan eksik etmesin!!!

14 Aralık 2010 Salı

Gitara gel gitarraaa!!!

Bu ay Semarang'da bir bayram havası var tabiri caizse. Hem hicri hem miladi yılbaşı ile noelin de bu ay içerisinde bulunması nedeniyle, Aralık ayını alışverişe adadılar. Her yerde indirimler var, indirimlerle ve hangi firmaların bu olaya dahil olduğu ile alakalı büyük pankartlar asılı. Yılbaşı süslemeleri ise cabası. Sahte kar yağdıran ağaçlar var mağazaların içerisinde, ya da çalışanlarına noel babası şapkası giydirmiş firma sahipleri. Hatta bu ayın başından beri bir çok lokanta veya hizmet mekanında noel şarkıları çalıyor, "cingıl bells cingıl bells, amanınnn cingııııııııllll belllls, cingııııııııılll beeeeeeeeelllllsssss!!!" (Biraz uzun hava modu oldu ama;)

Açıkcası bir hristyan ülkesinde bile bu kadar erkenden çalan noel şarkıları olduğunu ve buna bu denli meraklı bir toplum olduğunu sanmıyorum. Hani süslemeler tamam da, yani renk katıyor, yaaa herkese bir noel şapkası giydirmek, şarkıları çalmak, hem de bunu daha Aralık'ın birinden itibaren yapmak biraz fazla oluyor.. aynı durumu geçen yıl Puket'te görmüştüm. Sonuçta ne Tayland ne de Endonezya hristyan çoğunluklu ülkeler değiller ama, ister buna globalleşme deyin, ister sömürge döneminin artıkları deyin, fazlasıyla noel kutlanıyor burada. Bizlerde de elbette bu noktaya doğru bir gidiş var, ama biz bunu yılbaşına özel olarak algılamayı tercih ediyoruz, yoksammm noel neyimize deeeemiii? (hadi hadi kaç kişinin evinde noel ağaçı ya da süslemesi yok ki? ;)

İşte tüm bu tantana ile şehrin ortasındaki bir park-göbek-boşluk- (hangi ismi tercih ederseniz, hepsi bu yeri tarif etmeye uygun) standlar kuruluydu. Standlarda kılık kiyafet, ev eşyaları falan görmeye alıştım da, gitar görünce biraz şaşırdım doğrusu. Türkiye'de satılsa nasıl olurdu diye düşündüm ve aklıma bıyıklı bir adamın tezgahın üstüne çıkıp "Gel gel gitara gel, taze cilalanmış bunlar!! Gel bacım gel abicim geeelll!!" :)))
Bunun dışında pazar günü yolun yarısını kapatıp oyuncak araba yarışı yaptılar. Eğlenceliydi izlemek. Ama kimsede izlerken tık yoktu, tezahürat falan da yoktu, ya da ne bileyim bir tepki işte.. En fazla arabalar birbirine çarparsa bir "oooo" sesi çıkıyordu:)

Tabii şimdi tüm bunların fotosu var ama ben gene yükleyemiyorum, zaten kahrolan internetten. İki seçeneğim var, ya hiç yazmamak bu internete bir çözüm bulana denk, ya da fotoğrafsız yazmak. Arkadaşlarım ve ailem ben yazmayınca sürekli "bir şey mi oldu?" moduna girdiklerinden daha nadir de olsa eskisine nazaran, yazmaya devam edeceğim. Aslında anlatacağım daha br sürü şey var ama fotoğrafsız da tadı yok be yaaaww...

6 Aralık 2010 Pazartesi

Kalite mi, o da ne???

Kızgınlığımı dile getirerek başlayacağım bugün. Kalitesiz yaşamı kendilerine reva gören bu insanlara kızgınlığım.
Ne alırsam, ister hizmet olsun, ister ürün olsun, ister gıda olsun, ister elektronik olsun, herşey elimde patlıyor... Ve asıl beni şaşırtan bunu normal görmeleri!!!
Yaaa benim ülkemde expatlar ne de güzel yaşıyorlar, çünkü paraları ile (hem de kendi ülkelerinden daha ucuz bir fiyata) çok güzel kaliteye hatta lükse sahip olabiliyorlar. Peki burada durum ne? Burada sorun şu ki, paran varsa da alınacak bir kalite yok. Haaa diyorsan ki ben çoooook zenginim, getittiririm filanca ülkeden, ancak öyle işte... O zaman da bu ülkede olmanın anlamı ne?

Beni çılgına çeviren ne biliyor musunuz, bu ülke vatandaşlarının rahatlıkla "burası Endonezya burada kaliteli ürün yok" diyerek sırıtması. Aynı durum Türkiye'de olsa ne olurdu diye düşünüyorum bir an; bir kere yabancı biri bize dese ki "bu ürün kalitesiz", bundan hoşnut olmazdık, dese ki "aldığım hiç bir ürün kaliteli değil" yerin dibine geçeriz kızarıp bozarırız, dese ki "aldığım herşey elimde patlıyor" o zaman basarız küfrü ya içimizden, ya da dayanamazsak dışımızdan, hem ülkemize gelip ülkemizi eleştirmeye cüret eden bu insana, hem de bu kaliteyi bize layık görmeyen markalara ve bu kaliteden bizi uzak tutan politikacılara.

Ama işte bu ruh hali yok burada. Garip ve beni çıldırtan bir kabul edilmişlik var. O kadar büyüyor ki içimde öfke, her bir Endonezyalıyı alıp, kollarından tutup silkeleyip, "ya farkına varmıyor musunuz sizleri hala sömürdüklerinden, uyanın, talep edin" diye bağırmak geliyor. Ama olmuyor, "sana ne" dese ne diyebilirim ki...

Danone damacana su alıyoruz, ağzı sıkı kapalı, ama içinden yosunlaşmış bişeyler çıkıyor, başka hangi marka damacanaya güvenirsin ki bu ülkede (!); internet hızı bir fotoğraf indirmeye bile yetmiyor (bize baştan söylenen ve her gün kontör yükleyerek hızınızı yükseltebilirsiniz durumunun yalan olduğunu dün akşam anladık, internetçi geldi ve yanıldığını söyledi, paran varsa bile yükseltebileceğin ne bir kalite, ne de bir şey var), indovision televizyon paketi ayda bir bize sorun çıkartıyor, 3-4 gün açılmıyor.
Dün internetten araştırıp şöyle fena olmayan ve kahvaltı sunabilecek 3 yer buldum (koca şehirde 3 yer!!!!) ama keşke o üç yer olsaydı gene de.. Biri kapalı pazarları (o zaman bunun hizmet anlayışı ne?), biri b.k deresinin kenarında 3-4 masalık bir balkon ve adına "river view" diyor (!!!), diğeri ise kayıp, söylenen sokakta öyle bir şey yok.
Kakao bitkisi bu ülkede yetişiyor ama Cadburry, Vanhouten gibi dünya markalarının çikolataları bile bizim Saray marka çikolataları modunda, hatta Saray bile iyi bunların yanında. Toblerone içler acısı... Güya Belçikalı üreticinin çikolatasını aldım, çöpe gitti. Sebze meyvenin tadı yok. Portakal aldım, suyu çekilmiş; geçen gün mandalina vardı hipermarkette, inanın fındık büyüklüğünde ve nerdeyse hepsi çürük, ama insanlar aralarından ufak ufak bir iki tane seçmeye çalışıyorlar. Görevliler bu kadar göz önünde olan çürükleri bile almıyorlar.

İşte bu ülkede, özellikle Semarang'da, Hollanda döneminden kalma binalar virane durumda. Nedeni de neymiş, kendilerini sömüren bu insanların anılarına sahip çıkmak istemiyorlarmış. Ama bir fotoğraf ile kendileriyle ne kadar çeliştiklerini göstereyim:


Arabanın rengi size tanıdık geldi mi? Evet turuncu, Hollanda'nın milli rengi turuncu, hem de bir polis aracının rengi...